ruh beraber kalacaklar.
(Çünkü, medeniyet-i beşeriye hârikalarının hakları bahs-i Kur'ânîde o kadar olabilir. Zîrâ, Kur'ân'ın vazife-i asliyesi daire-i Rubûbiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir. Öyle ise, şu havârik-ı beşeriyenin o iki dairede hakları yalnız bir zayıf remz, bir hafif işaret ancak düşer. Çünkü, onlar daire-i Rubûbiyetten haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler.
Meselâ, tayyâre-i beşer Haşiye 2 Kur'ân'a dese: "Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında bir mevkî ver." Elbette o daire-i Rubûbiyetin tayyâreleri olan seyyârât, arz, kamer, Kur'ân nâmına diyecekler: "Burada cirmin kadar bir mevkî alabilirsin."
Eğer beşerin tahte'l-bahirleri, âyât-ı Kur'âniyeden mevkî isteseler, o dairenin tahte'l-bahirleri, yani, bahr-i muhît-i havaîde ve esir denizinde yüzen zemin ve yıldızlar ona diyecekler: "Yanımızda senin yerin görünmeyecek derecede azdır."
Eğer elektriğin, parlak, yıldız-misâl lâmbaları, hakk-ı kelâm isteyerek, âyetlere girmek isteseler, o dairenin elektrik lâmbaları olan şimşekler, şahaplar ve gökyüzünü zînetlendiren yıldızlar ve misbahlar diyecekler: "Işığın nisbetinde bahis ve beyâna girebilirsin.")
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder